Şöyle düşünün; Yahya Kemal’in omzunda minicik bir zaman yolcususunuz.
O anlatıyor siz dinliyorsunuz, o dinliyor siz duyuyorsunuz, o hissediyor siz anlıyorsunuz.
Kâh kulağından beynine, kâh kalbinden diline gezip duruyorsunuz.
Sevdiklerini, gönlüne soğuk gelenleri, fikir kardeşlerini ve karşısında duranları,
bunlarla neler paylaştığını,
dönemin fikir karmaşasında nasıl kendince doğru insanlar seçtiğini,
dost seçiminde ideolojiye değil duruşa nasıl önem verdiğini (ki bunu Tevfik Fikret’le sohbetleri sırasında gelen Süleyman Nazif’le selamlaşmasından ve suratı düşen Fikret’e cevabından net bir şekilde anlıyoruz),
sert tepkilerin, hırsla kalkmaların, şedid davranışların adamı olmadığını ve böylelerinden uzak durmaya çalıştığını gözlemleyebileceksiniz.